Mülga yasal mevzuatımızda; Ceza Hukuku’nda “ehlihibre”, Medeni Hukuk’ta “ehli vukuf”, doktrinde ise “ekspertiz” ve “resmi muhammin” gibi farklı isimler kullanılmış olmasına rağmen, günümüzde artık bunların yerini “bilirkişi” tanımının aldığı, uygulamalarda da yaygın bir şekilde kullanıldığı ve hukuki bir terim haline geldiği görülmektedir.”
Çözümü hukuk dışındaki özel ve teknik bilgi gerektiren durumda, mahkemenin oy ve görüşünün alınması kararı verdiği kişidir bilirkişi ( HMK m.266). Mahkeme kendiliğinden bilirkişiye karar verebileceği gibi taraflar da istemde bulunabilir (HMK. M.266) . Lakin bazı durumlarda mesela TMK m. 409/2, 474 bilirkişiye başvurmayı zorunlu kılmaktadır.
Bilirkişi görüşü takdiri delil olup, hakim bilirkişi görüşünü diğer delilerle beraber takdir ederek karar verir (HMK m. 282) gerekçesini açıkçası belirtmek suretiyle aksi karar da verebilir.
Adli ve idari yargı alanında yürütülen her türlü bilirkişilik faaliyeti Bilirkişilik Kanununa dayanmak suretiyle yapılır. Temel İlkeler çerçevesinde bilirkişiler görev ifasında bulunurlar.Bunlar:
1: Dürüstlük kuralları çerçevesinde bağımsız, tarafsız ve objektif olarak görev ifasını gerçekleştirmek.
2: Hazırlanacak raporda hukuki nitelendirme ve değerlendirme yapılamaz.
3:Kendisine tevdi edilen görevi şahsi olarak yapmakla sorumlu, devredilemez bir görevdir. Kısmen de olsa başkasına devredemez.
4: İlgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.
5: Bilirkişilik süresi boyunca ve sonrasında da sır saklama yükümlülüğü altındadır.
6: Bilirkişilik raporu bir kez hazırlanır lakin ihtiyaç hasıl olursa ek rapor istenebilir.
7: UYAP Bilişim Sistemi ve bu sisteme entegre diğer sistemleri veya yazılımlar vasıtasıyla ulaşılabilen bilgiler veya çözülebilen sorunlar için bilirkişiye başvurulamaz.
a) Bilirkişilik Kanunu
b) Bilirkişilik Yönetmeliği
c) Çeşitli meslek gruplarını ilgilendiren o dallarla ilgili yönetmelikler mevcut. ( TMMOB 2004 yılı eksperlik-hakemlik ve teknik müşavirlik yönetmeliği.) (Sigorta Tahkim Komisyonu Bilirkişilik Yönetmeliği vs.)
d)Hukuk Muhakemeleri Kanunu (madde 266-287)
e)Ceza Muhakemeleri Kanunu ( madde 62-73 ) vs.
f) İdari Yargılama Usulü Kanunu
Bilirkişilik yapacak zorunlu kurumlar olarak Bilirkişilik Kanunu madde: (3) Kanunlarda bilirkişilik hizmeti verebileceği öngörülen kurumlar ile yargı mercilerinin talebi üzerine bilimsel ve teknik görüş bildiren kamu kurum ve kuruluşları bu Kanunun kapsamı dışındadır.” denilmek suretiyle kapalı kalınmış bir konudur. Bu kurumların hangileri olduğu çeşitli kanunlarda ayrı ayrı bulunmaktadır.
Madde 11-“Mahkemeler bilirkişi olarak bu kanun ile Türkiye’de hekimlik yapma yetkisini haiz hekimlere başvurabilir. Bilirkişi olan hekimlere nasıl başvurulacağı ve bunlara verilecek ücret ve tazminat miktarları hakkında Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlıklarınca müşterek bir yönetmelik çıkarılır.” denilmek suretiyle sağlık alanında zorunlu bilirkişilik yapacak meslek grubu olarak hekimler sayılmaktadır.
Sağlık Hizmet Sunucularında Tıbbi Makpraktisler Hasta Hakları kavramından sonrası ciddi anlamda gündeme geldi. Bu durum bilirkişi müessesini ciddi anlamda önemli bir konuma getirdi.
Polat; “Öğretim üyeleri ve üniversitenin ilgili biriminden alınacak bilirkişi raporları özellikle tıbbi uygulamaları hataları olgularındaki gibi kurumsal yapılara karşı bireyin açtığı davalarda önem arz etmektedir. Bilimsel yaklaşımın ve güncel objektif bilginin temel alındığı bilirkişilikte, atanmış adli tıp kurumundaki, o alandaki tek kininin ve ilgili alanda olmayan diğer uzmanların oluşturduğu görüşlere ağımlı olmaktan kurtarmaktadır.” demektedir. Ne anayasa gereği ne diğer mevzuatlarla bağdaşmayan bu kurumun halen yargı kararlarında ciddi şekilde hüküm tesisi yapılması sıkıntılı durumlar beraberinde getirmektedir.
ATK bazlı bir bilirkişilik yerine Yeni Zelenda ve İskandinavya uygulanan modele geçilmesi daha yaralı olacağı kanaatindeyiz. Uygulama “tıbbi uygulama hataları davalarıyla ilgilenen özel mahkemeler “olabilir. Ya da İngiliz mahkemelerindeki jüri üyeleriyle çalışmak. Örneğin tüm jüri üyeleri konunun uzmanı kişilerden oluşuyor. Tüm üyeler kendi dalında uzman kişilerdir. Türkiye ve Amerika mahkeme danışmanı olarak adlandırabileceğimiz sistemle çalışmaktadır.
Bünyesinde yüksek riskler bulunduran Sağlık Tesislerinde de bilirkişiye başvurma hasıl olmaktadır. Özen ihlalinin belirlenmesi çoğu zaman bilirkişinin bilgisine başvurulur. Ve uygulama da genelde bu kurum ATK’dir. (Resmi bilirkişilik kurumları olarak Adli Tıp Kurumu ile Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim dallarından görüş istemektedir.)
Adli Tıp uygulamalarında, Adli Tıp Kurumu Başkanlık ve ilgili ihtisas kurulları ile üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalları resmi bilirkişi olarak kabul edilmektedir. Resmî bilirkişilikle görevlendirilmiş olanlar, CMK 64’üncü maddede belirtilen bilirkişi listelerinde yer almış bulunanlar incelemenin yapılması için bilinmesi gerekli fen ve sanatları meslek edinenler, mesleği yapmaya resmen yetkili olanların; bilirkişilik görevini kabul etmek zorunda oldukları CMK 65’te belirtilmiştir.
”Adli Tıp Kurumu tarihte ilk olarak Osmanlı Padişahlarından II. Mahmut zamanında “Zabıta Tababet-i Adliyesi” şeklinde, polis teşkilatına bağlı; cinayet, kaza, intihar gibi olaylar ile mekanizması bilinmeyen ölümleri açıklamak maksadıyla kurulmuştur. Sonradan Adli Tıp Kurumu, Sağlık Bakanlığına bağlı bir kuruluş haline getirilirken; 1913’de ölüm nedenini araştıran Morg, 1917’de suçluların suç işlediği sırada akıl hastası olup olmadığını ortaya çıkaran Gözlem alt birimlerini oluşturunca. Adalet Bakanlığı’na bağlı bir toplum kurumu olarak işleyişini sürdürmeye başlamıştır.”
Adli Tıp Kurumu, merkezi İstanbul’da olan, belirli bölgelerde grup başkanlıkları ve illerde şube müdürlükleri biçiminde örgütlenmiş bulunan Adalet Bakanlığına bağlı bir kurumdur. Kurumla ilgili 5519 Adli Tıp Kurumu Kanunu 1982 yılında Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Kanunda ATK’nin görevleri usul ve esaslar açıklanmaktadır.
ATK zorunlu kurumlar arasında olmamakla beraber uygulamada sıklıkla başvurulan kurumdur. Anayasa, Kişininin Hakları madde 17: Kişinin Dokunulmazlığı Maddi ve Manevi Varlığı demekle kişi dokunulmazlığına değinmektedir. ATK Kanununda madde-2: a) Mahkeme, hakimlik, savcılık ve kurumun uygun göreceği alanlarda kurumlar ve kuruluşlarca gönderilecek dosyalarda bilimsel ve teknik görüş bildirir” demektedir. Yani ATK bilirkişi olarak zorunlu kurumlar arasında değildir. Nitekim Yargıtay’ca da bu emsal karalara yansımış bulunuyor.
Örneğin, Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 16.03.2006 gün ve 6060-10174 sayılı kararında: “Adli Tıp İhtisas Dairelerince verilen raporlar mahkemece bağlayıcı değildir. Doktorun özen borcunu gerektiği gibi yerine getirip getirmediği konusunda Adli Tıp raporunda gerekçeli ve aydınlatıcı bir açıklama olmaması karşısında, mahkemece, konusunda uzman üniversite öğretim üyelerinden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığı ile davacıya ait tüm raporlar incelenerek, davalının özen borcunu yerine getirip getirmediğinin, bir kusur olup olmadığının tespiti istenmeli ve sonucuna göre bir karar verilmelidir.” denilmiştir.
13.HD.06.03.2003 gün E.2002/13959 K.2003/2380 sayılı kararına göre de: “İçeriği yönünden inandırıcı ve tatminkâr olmayan Adli Tıp Kurumu raporuna dayanılarak hüküm kurulamaz. Bu nedenle, üniversiteden seçilecek uzmanların oluşturduğu bilirkişi kurulundan rapor alınmalıdır.”
Dr.Ahmet Hilâl “Kurumda çalışan adli tıp uzmanlarının çoğunun, aynı zamanda Tıp Fakültelerinde öğretim görevlisi oldukları göz önüne alındığında, dosyaların yalnızca Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesinin, aynı işi daha iyi ve kısa zamanda yapabilecek yeterlikte olan ve Adli Tıp Kurumu kadar resmi niteliği bulunan Tıp Fakülteleri Adli Tıp Anabilim Dalları’na görev verilmemesinin mantıklı bir açıklaması bulunmamaktadır”
Bir başka yazı da Prof. Dr. Sermet KOÇ ATK’nin ideal bir bilirkişilik yapılanmasının olmadığını dünyada hiçbir yerde tüm bilirkişilik hizmetlerinin tek elden yürütüldüğü, merkeziyetçi bir bilirkişilik kurumu bulunmadığını, ATK’nin bağımsız bir kurum olmadığını, bilimsel bir model temsil etmediğini, bilirkişiliğin ruhuna tamamen zır bir kurum olduğunu ifade etmektedir. Bu durum ATK’nin bağımsız olmamasından kaynaklanmaktadır. Her şeyden önce Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluş olmakla bile dosya da şeffafiyetleri bozmaktadır.
“Ülkemizdeki üniversitelerin, TÜBİTAK, İleri Teknoloji Enstitüsü gibi kurumların hukuki, idari yapıları göz önünde bulundurulmalıdır. Bu değişim ATK üzerinde yapılamayacaksa, aşırı merkeziyetçi yapının görev ve sorumluluklarının sınırlanması gerektiği; rutin hizmet dışında kalan, eğitim ve bilirkişilik görevlerini tüm dünyada olduğu gibi üniversitelere bırakması yerinde olacaktır. Adalet Bakanlığı ve üniversiteler değil; konunun doğal olarak muhatapları durumundaki yüksek yargı organları, meslek odaları ve baroların da artık “bilirkişilik” konusunu, günden-derine önemli bir sorun olarak alma zamanı gelmiş .”demektedir.
Ceza mahkemelerinde, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 75.maddesi ile CMUK. 66/3. maddesi gereği, öncelikle Yüksek Sağlık Şurası’ndan rapor alınması zorunlu tutulmakta iken, 22.10.2010 gün 27737 sayılı RG’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi’nin 03.06.2010 gün E.2009/69 K.2010/79 sayılı kararıyla 1219 sayılı Yasa’nın 75.maddesi Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
a) Anayasa’nın 138.maddesine göre Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
b) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 63.maddesinin (1) numaralı fıkrasında, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen veya talep üzerine karar verilebileceği, ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte Kanun, hangi hallerde bilirkişiye başvurulacağını bazen çok genel ifadelerle belirtirken, sanığın şuurunun tetkiki, ölünün adli muayenesi, otopsi, zehirlenme gibi vakıalar bakımından açıkça öngörmüş; bazı özel kanunlarda da bilirkişiye başvurma mecburiyeti ile bilirkişinin kimliği veya hangi kurum olduğu açıkça vurgulanmıştır. Bu tür durumlarda mahkemece ancak belirtilen resmi bilirkişilerin teknik yardımına başvurulabilir. İtiraz konusu kuralla Şura’ya verilen bu görev de resmî bilirkişilik görevidir. Ancak, hâkimin yasayla belirlenmiş bilirkişiye başvurma zorunluluğu onun deliller ve bilirkişi raporu üzerindeki takdir yetkisini ortadan kaldırmaz. c) Anayasa’nın 36.maddesinde herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 75. maddesi gereğince Yüksek Sağlık Şurası’ndan rapor alınmasının zorunlu olması Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına aykırı olduğu görüşü ile iptali gerekmektedir. d) Ceza davasında amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. İtiraz konusu kuralla, bu amaca hizmet edecek şekilde 1930’lu yıllarda Yüksek Sağlık Şurası’na resmi bilirkişilik görevi verilmiştir. Söz konusu kuralda, mahkemelerin görüşünü alabileceği üniversitelerin tıp fakülteleri, eğitim veren devlet hastaneleri veya Adli Tıp Kurumu gibi donanımlı tıbbi kurumlara başvuru olanağının bulunmasına karşın, belirtilen yapısıyla faaliyet gösteren Yüksek Sağlık Şurası’nın görüşünü almaya mahkemelerin zorlanması ve söz konusu Kurul’un görüşünün alınması için belli bir süre de öngörülmemesi davaların gereksiz yere uzamasına neden olabilecektir. Bu durumun Anayasadaki mahkemelerin bağımsızlığı ve adil yargılama ilkeleriyle bağdaşmadığı açıktır, kuralın iptali gerekir.”
Dosyadaki bilirkişi raporunun kabul edilemez olması | 34 |
Yargı yolu, husumet, görev konularıyla ilgili | 15 |
Kusur oranına göre tazminattan indirim yapılıp yapılmaması ile ilgili | 6 |
Zamanaşımı ile ilgili | 6 |
Manevi tazminatla ilgili | 1 |
Şirket hakkındaki davanın, maddi tazminat talebinin reddi doğru değil | 1 |
Davalı doktor için de davanın kabulü ile ilgili | 1 |
TOPLAM | 69 |
Yukarıdaki tabloda dosyada ki (Yüksek Sağlık Şurası, ATK ve diğerleri) bilirkişi raporlarının hükme esas alınacak nitelikte görülmemesinin genel sebepleri olarak:
ATK raporlarının hükme esas alınmamasının sebepleri de: Raporlar inandırıcı, tatminkar, gerekçeli ve yeterli değil, dosyadaki birden fazla rapor birbiri ile çelişkili, ilgili uzman yok, somut olayın özelliklerine uygun değil olarak belirlenmiştir.
Örneğin aşağıdaki kararı incelecek olursak;
“Ameliyat sırasında kırılan iğne ucunu, tüm aramalara rağmen bulamadığını ve zorunlu olarak ameliyata son verdiğini davalının davacıya ameliye sonrası bildirmesi gerekirdi. Davacıda uzun süre vücudundaki kırık iğne ucu ile gezmek zorunda kalmazdı. Şu durum karşısında orta seviyede tedbirli bir doktorun aynı hal ve şartlar altında göstereceği mutat ihtimam ve özenin , davalıya gösterilmediği açık olup , ihmal ve kusurunun kabulü zorunludur. Hal böyle olunca davacının ruh ve beden huzurunun bozulmadığını düşünmek kabil değildir. O nedenle olayda belirlenen özel hal ve şartlar ile duyulan elem ve acıda göz önünde tutularak başkaca bir araştırmaya da gerek görülmeden davacı yararına BK. 47 ve MK. 4. Maddeleri uyarınca değerlendirip hak ve nesafete, adalete uygun bir manevi tazminata mahkemece hükmedilmesi gerekirken, olayın en normal dikkat ve özenin zorunluluğunu bir yana iten, dosyadaki olgulara uygun düşmeyen ATK raporundaki görüş, HUMK. 275 maddesi hükmüne aykırı olarak benimsenip, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir”
Bir başka kararda “Adli Tıp Genel Kurulu kararı oy çokluğu ile alınmış ve kurulun içinde tek bir kadın doğum uzmanı bulunmaktadır. Raporda çoğunluk görüşünün doğru olmadığı yönünde azınlık tarafından inandırıcı gerekçeler ileri sürüldüğü görülmektedir. Bu haliyle rapor inandırıcı ve tatminkar olmaktan uzaktır. Öyle olunca davalı tarafça da itiraz edilen Adli Tıp Genel Kurulu raporuna itibar edilip, hüküm kurulamaz. O halde mahkemece yapılacak iş; üniversitelerin ilgili anabilim dallarından ve özellikle Kadın Doğum uzmanlarından seçilecek konusunda uzman bilirkişilerden oluşmuş bir kurul aracılığı ile dosyadaki hastanede tutulmuş dosya ve kayıtlar taraf savunmaları tüm deliler birlikte değerlendirilerek, yapılması gerekenle yapılan müdahale ve tedavinin ne olduğu, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda doktor hatası olup olmadığını gösteren nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak ve böylece hasıl olacak sonuca uygun karar vermektedir. Eksik inceleme ve mevcut delilleri değerlendirmede yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır; bozma sebebidir.
Hakeri; “Adli Tıp tarafından verilen rapor yetersiz ise üniversite öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik bir bilirkişilik heyeti oluşturularak, dosya bu heyete gönderilerek rapor alınmalıdır.” demektedir. Raporun nerden alındığı değil ehil uzmanlar tarafından hazırlanması gerekmektedir. Merkeziyetçi yapıya sahip Adli Tıp Kurumu resmi bilirkişi kurumu olarak görülmesi yerinde değildir.
TMK 409/2: Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilir. (Ek cümle: 6/12/2019-7196/52 md.) Bu raporun tanzimi için gerektiğinde 436’ncı madde hükümleri uygulanır. Hâkim, karar vermeden önce, kurul raporunu göz önünde tutarak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilir. TMK Madde 474- Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı yüzünden kısıtlanmış olan kişi üzerindeki vesayetin kaldırılmasına, ancak kısıtlama sebebinin ortadan kalkmış olduğunun resmî sağlık kurulu raporu ile belirlenmesi hâlinde karar verilebilir.
Benzer yazılarımız için tıklayınız. Bizimle iletişime geçmek için iletişim sayfamıza gidebilirsiniz.